BEKLENEN MEHDİ AKIL ALMAZ ÖZELLİKLERLE, -ADETULLAHA AYKIRI OLARAK- GELMEYECEK; TÜM PEYGAMBERLERDE OLDUĞU GİBİ, AKLIN KABUL EDECEĞİ, -ADETULLAHA UYGUN ÖZELLİKLERLE- GELECEKTİR

Hz. Mehdi, insanların, isteseler de istemeseler de iman etmeye mecbur kalacakları gibi bir görünüm içerisinde ortaya çıkmayacaktır. Tam tersine Hz. Mehdi’nin, makul ve adetullaha uygun bir görünümü ve buna yine adetullaha uygun, makul bir hayatı olacaktır. Zaten bu sebeple Hz. Mehdi halk arasında kolayca tanınamayacak, ancak zamanla fark edilecektir. Bediüzaman Said Nursi’in de belittiği gibi, “yakın talebeleri bile, ancak imanın nuruyla; ona dikkat ettiklerinde Hz. Mehdi’yi fark edeceklerdir”.

“Onun alametleri gelmiştir.” (Muhammed Suresi, 18) ayetinin bir nüktesi (ince manası), bu zamanda akîde-i avâm-ı mü’minîni vikaye (halktan müminlerin iman seviyesini) ve şübehattan muhafaza (şüphe ve tereddütlerden korumak) için yazılmış. Ahir zamanda vukua gelecek hâdisata (gerçekleşecek olan olaylara) dair hadislerin bir kısmı müteşabihat-ı Kuraniye (benzetmelerle anlatılan Kuran ayetleri) gibi derin manaları var. Muhkemat (Kuran’ın, yoruma gerek kalmayacak şekildeki açık ayetleri) gibi tefsir edilmez (yorumlanmaz) ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde (açıklamak yerine) tevil ederler (başka bir şekilde yorumlarlar).

 

… “Halbuki o ayetlerin tefsirini (gerçek yorumunu) Allah’tan ve ilimde derinlik ve istikamet (doğruluk) sahibi olanlardan başkası bilemez” (Al-i İmran Suresi, 7) sırrıyla, vukuundan (ortaya çıkışından) sonra tevilleri (gerçek manaları) anlaşılır ve murad (kastedilenin) ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar (ilimde derinleşmiş; dini bilgileri sağlam ve kuvvetli olanlar), “Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimiz’in Katından indirilmiştir.” (Al-i İmran Suresi, 7) deyip o gizli hakikatları izhar ederler (açığa çıkarırlar).

(Şualar, 5.şua, s.578)

Birinci Nokta:

İman ve teklif (sorumluluk), ihtiyar dairesinde (irade ve bir şeyi tercih edebilme gücü açısından) bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka (yarışma) olduğundan, perdeli (üstü örtülü) ve derin ve tetkik (inceleyip araştırma) ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes’eleleri (gerektiren teorik konuları) elbette bedihî (çok belirgin ve açık) olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek (herkesin kabul edeceği şekilde) derecede zarurî (gerekli) olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler a’lâ-yı illiyyîne (yücelerin en yücesine) çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne (aşağıların en aşağısına) düşsünler. İhtiyar kalmazsa (insandaki bir şeyi tercih edebilme gücü yani irade ortadan kalkarsa) teklif olamaz (o zaman kişinin sorumluluğu da kalmaz). Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu’cizeler seyrek ve nâdir verilir (çok nadir olarak mucize gerçekleşir). Hem dâr-ı teklifte (dünyadaki imtihan ortamında) gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet (kıyametin kopmasını haber veren şartlar) ve eşrat-ı saat (kıyametin kopmasını haber veren belirtiler), bir kısım müteşabihat-ı Kur’aniye (Kuran’daki, hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken ayetler) gibi kapalı ve tevilli (yorum gerektirecek şekilde) oluyor. Yalnız, Güneş’in mağribden çıkması (Batı’dan doğması) bedahet derecesinde (çok açık bir şekilde) herkesi tasdike mecbur ettiğinden (herkesin görüp inanacağı bir olay olacağından), tevbe kapısı kapanır; daha tevbe ve iman makbul olmaz (bu olay gerçekleştikten sonra, Allah Katında kişinin tevbesi ve iman etmesi kabul edilmez). Çünkü Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar (O zaman iyiler de kötüler de bu gerçekleri kabul eder ve her ikisi de aynı konumda olmuş olur). Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü (ikinci kez yeryüzüne inişi) dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir (iman gözüyle, iman nuruyla fark edilebilir); herkes bilemez.

İkinci Nokta:

Peygambere bildirilen umûr-u gaybiye (gayba ait, bilinmeyen işlerin ve gelişmelerin) bir kısmı tafsil ile (detaylarıyla) bildirilir. Bu kısımda hiç tasarruf edilmez ve karışamaz. Kur’an’ın ve hadîs-i kudsînin (Peygamberimiz (sav)’in naklettiği, Allah’ın Kuran’ın dışındaki sözlerininin yer aldığı hadislerin) muhkematı (yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olanları) gibi. Ve diğer bir kısmı icmal ile (özet olarak) bildirilir, tafsilât (ayrıntıları) ve tasviratı (tasvir ve anlatımları) onun içtihadına havale edilir (-dinen kesin olarak hüküm belirtilmeyen konular olması sebebiyle- Peygamberin, Kuran ve hadise dayanarak açıklayıp hüküm vermesine bırakılır). İmana girmeyen hâdisat-ı kevniyeye (imani konuların dışında kalan, kainatta gerçekleşen olaylara) ve vukuat-ı istikbaliyeye (gelecekte meydana gelecek olaylara) dair hadîsler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (A.S.M.) belâgatıyla (amaca ve şartlara en uygun olacak şekilde yaptığı; güzel, yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla) -temsiller suretinde (kıyaslama şeklindeki benzetmelerle) – sırr-ı teklif hikmetine muvafık (imtihanın sırrına uygun olarak) tafsil ve tasvir eder (konuları ayrıntılı olarak anlatır ve bunları örneklerle açıklar). Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem’in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür.” Bu garib haberden beş-altı dakika sonra birisi geldi dedi: “Ya Resulallah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem’e gitti.” (Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) (Bu örnek,) Peygamber’in yüksek beligane kelâmının (kusursuz, yerinde; hale ve duruma uygun şekilde söylediği sözünün) tevilini (yorumunu ve açıklamasını) gösterdi.

 Üçüncü Nokta: İki Nükte’dir.

Birincisi:

Teşbihler ve temsiller suretinde (benzetmeler ve kıyaslama tarzında örnekler kullanılarak) rivayet edilen (nakledilen) bir kısım hadîsler, mürur-u zamanla (aradan zaman geçtikçe) avamın nazarında (halk arasında) hakikat telakki edildiğinden (dıştan görünen anlamıyla doğru olarak kabul edildiğinden) vakıa mutabık çıkmıyor (söz konusu hadisler, gerçekleşen olaylarla uygun görünmemiştir). Ayn-ı hakikat (gerçeğin kendisi) olduğu halde vakıa mutabakatı görünmüyor (olayların aslında, hadislerde anlatılanlarla birebir aynı olduğu fark edilemiyor).
İkincisi:

Bir kısım hadîsler, İslâmların ekseriyeti noktasında (Müslümanların çoğunluk olduğu) veya hükûmet-i İslâmiyenin veya merkez-i hilâfetin nokta-i nazarında vürud ettiği (İslam ahlakının yaşandığı veya hilafetin merkezinin bulunduğu yere yönelik olduğu) halde, umum ehl-i dünyaya şamil (tüm insanlara yönelik olduğu) zannedilmiş ve bir cihette hususî bulunduğu halde (belirli bir kesime özel olduğu halde), küllî ve âmm telâkki edilmiş (bütün insanları içine alan ve genel bir husus olarak kabul edilmiştir).

Dördüncü Nokta:

 

Ecel ve mevt (ölüm vakti ve ölüm) gibi, umur-u gaybiye çok hikmet ve maslahat cihetiyle gizli kaldığı misillü (bilinmeyen işlerin birçok hikmet ve maksada yönelik olarak gizli kalması gibi), dünyanın sekeratı ve mevti (dünyanın can çekime anı ve ölümü) ve nev-i beşerin ve cins-i hayvanın (insanların ve hayvanların) eceli ve vefatı (ölümü) olan kıyamet dahi çok maslahatlar için (birçok fayda ve hikmetle) gizlenilmiş…

… Hem eğer muayyen olsa (Eğer bu konular açık olarak bilinseydi), bir kısım hakaik-i imaniye (imanın bazı esasları ve gerçekleri) bedahet derecesine girer (çok açık ve aleni bir şekilde görünecek hale gelir), herkes ister istemez tasdik eder (bütün insanlar bu gerçeklere inanıp iman ederlerdi). İhtiyar (vicdan kullanılarak bir şeyi tercih edebilme gücü) ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif (dünya hayatındaki imtihanın sırrı) ve hikmet-i iman bozulur (iman etmenin ardındaki hikmet ve amaç da ortadan kalmış olurdu).

İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye (geleceğe ait bilinmeyen işler ve gelişmeler, bu gibi çok çeşitli amaç ve hikmetlerle) gizli kaldığından, herkes her dakikada hem ecelini, hem bekàsını (herkes aynı anda hem ölümünü hem de hayatını) düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için, hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye (geçici dünya hayatında, sonsuz hayatına), hem hiç ölmeyecek gibi imaret-i dünyaya (dünyasını güzelleştirmeye) çalışabilir.


… Ve ekser hâdisât-ı kevniye-i gaybiye 
(maddi alemde gelecekte meydana gelecek olayların pek çoğunun) böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaibden (gelecekten) haber vermek yasak edilmiş. (Allah’ın adetullahındaki) “Gaybı ancak Allah bilir” düsturuna (kuralına) karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif (dinin gerektirdiği sorumluluklar, dinin emir ve yasakları) ve hakaik-i imaniyeden (imanın esaslarından) başka olan umûr-u gaybiyeden izn-i Rabbanî ile (Allah’ın izni ev takdiriyle, geleceğe ait bilinmeyen ve gizli olaylardan) haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde (işaret türünden) perdeli ve kapalı ihbar etmişler (üstü kapalı bilgiler vermişlerdir). Hattâ Tevrat ve İncil ve Zebur’da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitabların bir kısım tâbileri (o kitaplara uyan bir kısım insanlar) tevil edip (bu gerçekleri kendilerine göre yanlış yorumlayarak) iman etmediler. Fakat itikadat-ı imaniyeye giren mes’eleleri (imanın inanç esaslarıyla ilgili konularda) tasrih ile ve tekrar ile ihbar etmek (açıklayarak ve tekrarlayarak haber vermek) ve açık bir surette tebliğ etmek (açıkça anlatmak) hikmet-i teklifin muktezası (insanın imtihanındaki sorumlulukları açısından gerekli) olduğundan, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan ve Tercüman-ı Zîşan’ı (A.S.M.) (Allah’tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz (sav)) umûr-u uhreviyeden tafsilen (ahirete ve yönelik konuları ayrıntılı olarak) ve hâdisat-ı istikbaliye-i dünyeviyeden icmalen (dünyanın geleceğine yönelik konuları da özetle) haber vermişler.

 Beşinci Nokta:

… Deccal’ın asırlarına ait olan hârikaları, onların bahsiyle ve münasebetiyle  rivayet edildiğinden (onlarla bağlantılı olarak nakledildiğinden) onların şahıslarından sudûr edeceği telakki ve tevehhüm edilmesinden (bu özelliklerin, onların şahıslarında görüleceği kabul edildiği ve öyle zannedildiği için), o rivayet müteşabih olmuş (rivayetin anlamı örtülmüş), manası gizlenmiş. Meselâ, tayyare (uçak) ve şimendiferle (trenle) gezmesi…

Hem meselâ, meşhur olmuş ki, İslâm Deccali öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbul’da Dikilitaş’ta bütün dünyaya bağıracak (Müslim: Fiten, 34) ve herkes o sesi işitecek ki, “O öldü.” Yani pek acip (şaşırtıcı) ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyoyla bağırılacak, haber verilecek.

Hem Deccal’in rejimine (yönetimine) ve teşkil ettiği komitesine (oluşturduğu gizli cemiyetine) ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı (korkunç uygulamaları), onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle (bağlantılı olarak nakledildiği için) mânâsı gizlenmiş. Meselâ, (hadiste) “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (a.s.) onu öldürebilir, başka çare olamaz” (Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530) (diye) rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini (usülünü) ve yırtıcı rejimini (yönetimini) bozacak, öldürecek (etkisiz hale getirip manen yok edecek), ancak semâvî ve ulvî hâlis (Allah Katından gönderilmiş ve yüce, samimi, katıksız) bir din İsevîlerde zuhur edecek (Hıristiyanlarda ortaya çıkacak) ve hakikat-i Kur’âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki (Kuran gerçeğine tabi olan ve İslamiyet ile birlik olup birleşen bu Hıristiyanlık dini), Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzulüyle (ikinci kez yeryüzüne gelişiyle) o dinsiz meslek (yol, ekol) mahvolur, (manen) ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

Hem bir kısım râvîlerin (hadis rivayet eden kimselerin) kàbil-i hatâ içtihadlarıyla olan tefsirleri ve hükümleri (hatalı şekilde hüküm çıkararak yaptıkları yorumları), hadîs kelimelerine karışıp hadîs zannedilir, mânâ (hadislerin gerçek anlamı) gizlenirVâkıa mutabakatı görünmez (dolayısıyla bu hadislerin gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz), müteşabih hükmüne geçer (bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır).

Hem eski zamanda, bu zaman (şimdiki) gibi cemaatin (topluluğun) ve cem’iyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden (toplumun manevi kişiliği açığa çıkmadığından) ve fikr-i infiradî galib olduğundan (birçok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme düşüncesi ağır bastığından), cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyük harekâtı (topluluğun belirleyici özelliği ve büyük hareketleri) o cemaatın (o topluluğun) başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle (için); o şahıslar, hârika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak (bütün özelliklere uygun düşmesi) için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe (alışılmışın dışında, çok garip) cisim ve müthiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş (gerektiğinden gözde öyle canlandırılıp öyle anlatılmış). Vakıa mutabakatı görünmüyor (gerçekleşen olaylara uygun olmayınca) ve o rivayet müteşabih olur.

…Hem “Büyük Hz. Mehdi”nin halleri (özellikleri) sâbık (önceki) Hz. Mehdilere işaret eden rivayetlere mutabık çıkmıyor (uygun olmadığından), hadîs-i müteşabih hükmüne geçer (yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu düşünülür)…


 “Andolsun alametleri geldi” ayetinin derin manalarından biri de, bu zamanda halktan müminlerin imanını korumak ve şüphelerden arındırmak için yazılmış olmasıdır. Ahir zamanda meydana gelecek olaylara dair hadislerin bir kısmının, benzetmelerle anlatılan Kuran ayetlerinde olduğu gibi derin anlamları vardır. Bu hadisler, anlamı açık olan ayetler gibi yorumlanmaz ve bu yorumları herkes bilemez. Ancak kimileri bu hadisleri açıklamak yerine, bunlara başka bir şekilde yorumlarlar.

“Onun gerçek yorumunu ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir” sırrıyla, bu hadislerin gerçek manaları ve kastedilenin ne olduğu, ancak bu olaylar ortaya çıkıp gerçekleştikten sonra anlaşılır. İlimde derinleşmiş, dini bilgileri sağlam ve kuvvetli olanlar, “Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimiz’in Katından indirilmiştir.” (Al-İ İmran Suresi, 7) deyip, o gizli gerçekleri açığa çıkarırlar.

 Birinci Nokta:

İman ve sorumluluk, irade ve bir şeyi tercih edebilme gücü açısından bir imtihan, tecrübe, ve bir yarışma olduğundan, perdeli yani üstü örtülü, derin ve inceleyip araştırma ve tecrübe gerektiren konuları elbette çok belirgin ve açık olmaz. Ve bu konular, vicdan kullanmaksızın, herkesin ister istemez kabul edeceği gibi, ‘mecburen inanılacak şekilde’ olmaz. Çünkü ancak o zaman Ebu Bekirler yücelerin en yücesine çıkabilir ve Ebu Cehiller de aşağıların en aşağısına düşebilirler. Eğer insandaki, bir şeyi tercih edebilme gücü, yani irade ortadan kalkarsa, bu durumda kişinin sorumluluğu da kalmaz. Mucizelerin çok nadir olarak gerçekleşmesinin sırrı ve hikmeti de budur. Zaten dünya hayatındaki, kıyametin kopacağını haber veren şartlar ve kıyametin kopmasını haber veren belirtiler, Kuran’daki, hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken bazı ayetler gibi, kapalı ve yorum gerektirecek şekilde oluyor. Yalnız, Güneş’in Batı’dan doğması çok açık bir şekilde herkesin görüp inanacağı bir olay olacağından, tevbe kapısı kapanır ve bu olay gerçekleştikten sonra, Allah Katında kişinin tevbesi ve iman etmesi kabul edilmez). Çünkü o zaman Ebu Bekirler ve Ebu Cehiller, yani iyiler de kötüler de bu gerçekleri kabul eder ve her ikisi de aynı konumda olmuş olur.

Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın ikinci kez yeryüzüne inişi ve kendisinin İsa Aleyhisselâm olduğu dahi, ancak iman gözüyle; iman nuruyla fark edilebilir; herkes bilemez.

 İkinci Nokta:

Geleceğe yönelik bilinmeyen işlerin ve gelişmelerin bir kısmı Peygambere detaylı olarak bildirilir. Bu konuda, şahsi olarak isteğe göre müdahale edilemez ve karışamaz. Kuran’ın ve Peygamberimiz (sav)’in naklettiği hadislerin yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olanları gibi. Ancak bu hadislerin bir başka kısmı ise, Peygamberimiz (sav)’e sadece özetle bildirilir; açıklamalar ve tasvirler Peygamberin anlayışına bırakılır. Örneğin imani konuların dışındaki; kainatta gerçekleşen ve gelecekte meydana gelecek olaylara dair hadisler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (sav), amaca ve şartlara en uygun olacak şekilde yaptığı; yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla, kıyaslama tarzında benzetmelerle bu konuları imtihanın sırrına uygun şekilde, ayrıntılı olarak örneklerle açıklar. Mesela: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Buyurdu ki: “Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem’in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür.” Bu hayret verici haberden sonra birisi geldi dedi: “Ya ResulAllah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem’e gitti. (Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346)  Bu örnek, Peygamber’in kusursuz, yerinde, hal ve duruma en uygun şekilde söylediği sözünün yorumunu ve açıklamasını gösterdi.

Üçüncü Nokta: İki derin anlamlı söz’dür.

Birincisi:

Benzetmeler ve kıyaslamalar tarzında örneklerin kullanıldığı bir kısım hadisler, aradan zaman geçtikçe, halk arasında dıştan görünen anlamıyla kabul edilmiş; bu sebeple de meydana gelen gelişmelerin hadislere uygun görünmemiştir. Hadiste anlatılan olaylar aslında tam olarak gerçekleştiği halde, bunların birebir anlatıldığı şekilde gerçekleştiği anlaşılamıyor.

İkincisi:

Bazı hadisler, Müslümanların çoğunluk olduğu, İslam ahlakının yaşandığı veya hilafetin merkezinin bulunduğu yere yönelik olduğu halde, bu hadislerin tüm insanları kapsadığı ve bütün dünyaya yönelik olarak anlatıldığı zannedilmiş; ve belirli bir kesime özel olduğu halde, bütün insanları içine alan ve genel bir husus olarak kabul edilmiştir.

Dördüncü Nokta:

Ölüm vakti ve ölüm gibi bilinmeyen işlerin birçok hikmet ve maksata binaen gizli kalması gibi, dünyanın can çekişme anı ve ölümü, ve insanların ve hayvanların ölümü olan kıyamet de birçok fayda ve hikmetle gizlenilmiştir…

…Eğer bu konular açık olarak bilinseydi, imanın bazı esasları ve gerçekleri çok açık ve aleni bir şekilde görünecek hale gelir; ve bütün insanlar vicdan kullanmaksızın, ister istemez bu gerçekleri kabul etmek durumunda kalır ve iman ederlerdi. O zaman, vicdan kullanılarak bir şeyi tercih edebilme gücü ve iradeye dayalı olan imtihanın sırrı ve iman etmenin ardındaki hikmet ve amaç da ortadan kalkmış olurdu.

İşte geleceğe dair bilinmeyen işler ve gelişmeler, bu gibi çok çeşitli amaç ve hikmetlerle gizli kaldığından, herkes aynı anda hem ecelini hem de hayatını düşündüğü için hem dünyaya, hem ahiretine çalışabilir. Aynı şekilde, her asırda da, hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için; hem geçici dünya hayatında sonsuz ahiret hayatını, hem de hiç ölmeyecek gibi dünyasını güzelleştirmeye çalışabilir.

Ve maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olayların çoğunun böyle hikmetleri olduğundan, gelecekten haber vermek yasak edilmiştir. Allah’ın adetullahındaki, “Gaybı ancak Allah bilir” kuralına karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, Allah’ın izni ve takdiriyle, dinin gerektirdiği sorumluluklar ve imanın esasları dışındaki konularda, geleceğe yönelik bilinmeyen ve gizli olaylardan haber veren kimseler dahi, sadece işaret türünden üstü kapalı bilgiler vermişlerdir. Hatta Tevrat, İncil ve Zebur’da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler bile bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitaplara uyan bir kısım insanlar, bu gerçekleri kendilerine göre yanlış yorumlayarak, iman etmediler. Fakat imanın inanç esaslarıyla ilgili konularda açıklayarak ve tekrarlayarak haber vermek ve açıkça anlatmak imtihanın sırrı gereği olduğundan, Kuran ve Allah’tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz (sav), ahirete dair konuları ayrıntılı olarak, gelecekte dünya üzerinde meydana gelecek olayları da kısaca haber vermişlerdir.

 Beşinci Nokta:

… Deccal’in asırlarına ait olan harikaları, onlarla bağlantılı olarak nakledildiğinden, bu özelliklerin onların şahıslarında görüleceği kabul edildiği ve öyle zannedildiği için o rivayetin anlamı örtülmüş, manası gizlenmiş. Mesela, uçak ve trenle gezmesi…

Hem mesela ünlü olmuş ki; İslam Deccali öldüğü zaman ona hizmet eden şeytan, İstanbul’da Dikilitaş’ta bütün dünyaya bağıracak (Müslim: Fiten, 34) ve herkes o sesi işitecek: “O öldü.” Yani pek şaşırtıcı ve şeytanları bile hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.

Hem Deccal’in yönetimine ve oluşturduğu (gizli derin dünya devleti) ve hükümetine ait garip halleri ve korkunç uygulamaları, onun şahsıyla bağlantılı olarak rivayet edildiği için anlamı gizlenmiş. Mesela hadiste, “O kadar kuvvetlidir ve devam eder, yalnız Hz. İsa (A.S.) onu öldürebilir, başka çare olamaz” (Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530) diye rivayet edilmiş. Yani onun usulünü ve yırtıcı yönetimini bozacak, öldürecek; ancak Allah Katından gönderilmiş ve yüce, samimi, katışıksız bir din Hıristiyanlarda ortaya çıkacak ve Kuran gerçeğine tabi olup İslamiyet ile birleşen Hıristiyanlık dinidir ki, Hz. İsa’nın inişi ile o dinsiz ekol mahvolur, manen ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

Hadis rivayet eden kişilerin bir kısmının hatalı şekilde hüküm çıkararak yaptıkları yorumlar, hadislerin kelimelerine karışıp hadis zannedilir, bu sebeple de hadislerin gerçek anlamı gizlenir. Dolayısıyla bu hadislerin gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz, bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır.

Eski zamanda, şimdiki gibi topluluğun ve toplumun manevi kişiliği ortaya çıkmadığından ve birçok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme fikri hakim olduğundan, topluluğun belirleyici özelliği ve büyük hareketleri, o topluluğun başında bulunan kişilere verildiği için; o kişiler, harika tarzında ve bütün özelliklere uygun düşmesi için, yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük, alışılmışın dışında, şaşılacak bir cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika bir kuvvet ve kudret gerektiğinden gözde öyle canlandırılıp öyle anlatılmış. Bu yüzden de bu hadislerin, gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz, bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır.

… Hem “Büyük Hz. Mehdi”nin halleri önceki Hz. Mehdilere işaret eden rivayetlere uygun çıkmıyor, yorumlanabilir, anlamı kapalı hadis hükmüne geçer.

Scroll Up