AHİR ZAMAN OLAYLARINI BEDİÜZZAMAN’IN BU TESPİTLERİNİ ÖĞRENMEDEN ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR

BEŞİNCİ ŞUA


Otuz sene önce basılmış olan “Muhakemat-ı Bediiye”’de bahsedilen Zülkarneyn Seddi, Yecüc-Mecüc ve diğer kıyamet alametlerinden yirmi konu, o Muhakemat’a ilave olarak on üç sene önce taslak olarak yazılmıştı. Çok değerli bir dostumun hatırı için bu taslak temize çekildi, Beşinci Şua oldu.

Hatırlatma: Önsözdeki amacın  anlaşılabilmesi için, öncelikle  önsözden sonra gelen konuların okunması gerekir.

 ply0f5a1xn0


“Andolsun onun alametleri gelmiştir” (Muhammed Suresi, 18) ayetinin derin manalarından biri de, bu zamanda halktan müminlerin imanını korumak ve şüphelerden arındırmak için yazılmış olmasıdır. Ahir zamanda meydana gelecek olaylara dair hadislerin bir kısmının, benzetmelerle anlatılan Kuran ayetlerinde olduğu gibi derin anlamları vardır. Bu hadisler, anlamı açık olan ayetler gibi yorumlanmaz ve bu yorumları herkes bilemez. Ancak kimileri bu hadisleri açıklamak yerine, bunları başka bir şekilde yorumlarlar.

“Onun gerçek yorumunu ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir” 
sırrıyla, bu hadislerin gerçek manaları ve kastedilenin ne olduğu, ancak bu olaylar ortaya çıkıp gerçekleştikten sonra anlaşılır. İlimde derinleşmiş, dini bilgileri sağlam ve kuvvetli olanlar, “Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimiz’in Katından indirilmiştir.” (Al-İ İmran Suresi, 7) deyip, o gizli gerçekleri açığa çıkarırlar.

Bu Beşinci Şua’nın bir önsözü ve yirmiüç meselesi vardır. Önsöz beş noktadır.

Birinci Nokta:


İman ve sorumluluk, irade ve bir şeyi tercih edebilme gücü açısından bir imtihan, tecrübe, ve bir yarışma olduğundan, perdeli yani üstü örtülü, derin ve inceleyip araştırma ve tecrübe gerektiren konular elbette çok belirgin ve açık olmaz. Ve bu konular, vicdan kullanmaksızın, herkesin ister istemez kabul edeceği gibi, ‘mecburen inanılacak şekilde’ olmaz. Çünkü ancak o zaman Ebu Bekirler yücelerin en yücesine çıkabilir ve Ebu Cehiller de aşağıların en aşağısına düşebilirler. Eğer insandaki, bir şeyi tercih edebilme gücü, yani irade ortadan kalkarsa, bu durumda kişinin sorumluluğu da kalmaz. Mucizelerin çok nadir olarak gerçekleşmesinin sırrı ve hikmeti de budur. Zaten dünya hayatındaki, kıyametin kopacağını haber veren şartlar ve kıyametin kopmasını haber veren belirtiler, Kuran’daki, hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken bazı ayetler gibi, kapalı ve yorum gerektirecek şekilde oluyor. Yalnız, Güneş’in Batı’dan doğması çok açık bir şekilde herkesin görüp inanacağı bir olay olacağından, tevbe kapısı kapanır ve bu olay gerçekleştikten sonra, Allah Katında kişinin tevbesi ve iman etmesi kabul edilmez). Çünkü o zaman Ebu Bekirler ve Ebu Cehiller, yani iyiler de kötüler de bu gerçekleri kabul eder ve her ikisi de aynı konumda olmuş olur.

Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın ikinci kez yeryüzüne inişi ve kendisinin İsa Aleyhisselâm olduğu dahi, ancak iman gözüyle; iman nuruyla fark edilebilir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi ürkütücü şahıslar, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.

İkinci Nokta:


Geleceğe yönelik bilinmeyen işlerin ve gelişmelerin bir kısmı Peygambere detaylı olarak bildirilir. Bu konuda, şahsi olarak isteğe göre müdahale edilemez ve karışamaz. Kuran’ın ve Peygamberimiz (sav)’in naklettiği hadislerin yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olanları gibi. Ancak bu hadislerin bir başka kısmı ise, Peygamberimiz (sav)’e sadece özetle bildirilir; açıklamalar ve tasvirler Peygamberin anlayışına bırakılır. Örneğin imani konuların dışındaki; kainatta gerçekleşen ve gelecekte meydana gelecek olaylara dair hadisler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (sav), amaca ve şartlara en uygun olacak şekilde yaptığı; yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla, kıyaslama tarzında benzetmelerle bu konuları imtihanın sırrına uygun şekilde, ayrıntılı olarak örneklerle açıklar. Mesela: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Buyurdu ki: “Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem’in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür.” Bu hayret verici haberden sonra birisi geldi dedi: “Ya Resulullah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem’e gitti. (Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) Bu örnek, Peygamber’in kusursuz, yerinde, hal ve duruma en uygun şekilde söylediği sözünün yorumunu ve açıklamasını gösterdi.

Hatırlatma:  İman hakikatleri dışındaki daha az öneme sahip geleceğe ait olaylar Peygamberlik nazarında önemsizdir.

Üçüncü Nokta: İki derin anlamlı söz’dür.


Birincisi:
Benzetmeler ve kıyaslamalar tarzında örneklerin kullanıldığı bir kısım hadisler, aradan zaman geçtikçe, halk arasında dıştan görünen anlamıyla kabul edilmiş; bu sebeple de meydana gelen gelişmeler hadislere uygun görünmemiştir. Hadiste anlatılan olaylar aslında tam olarak gerçekleştiği halde, bunların birebir anlatıldığı şekilde gerçekleştiği anlaşılamıyor.

İkincisi:
Bazı hadisler, Müslümanların çoğunluk olduğu, İslam ahlakının yaşandığı veya hilafetin merkezinin bulunduğu yere yönelik olduğu halde, bu hadislerin tüm insanları kapsadığı ve bütün dünyaya yönelik olarak anlatıldığı zannedilmiş; ve belirli bir kesime özel olduğu halde, bütün insanları içine alan ve genel bir husus olarak kabul edilmiştir.


Dördüncü Nokta:


Ölüm vakti ve ölüm gibi bilinmeyen işlerin birçok hikmet ve fayda yönüyle gizli kalması gibi, dünyanın can çekişme anı ve ölümü, ve insanların ve hayvanların ölümü olan kıyamet de birçok fayda ve hikmetle gizlenilmiştir…

Evet, eğer ölüm vakti belli olsaydı, -yarı ömrü gaflet içinde ve yarıdan sonra, darağacına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla sınırsız bir dehşet içinde, korku ve ümit arası halin dengesi ve hikmeti bozulurdu, aynı şekilde: Dünyanın eceli ve can çekişmesi olan kıyamet zamanı belirgin olsaydı, ilk ve orta çağlarda insanlar öldükten sonraki hayat düşüncesinden çok az etkilenecekti. Ve dünya hayatının kıyamete yakın son devresi, sınırsız dehşet hali içinde bulunup ne dünya hayatının lezzeti ve kıymeti kalır ve ne de korku ve ümit arası irade ile itaat ederek Allah’a kulluğun önemi ve hikmeti bulunurdu.

Eğer bu konular açık olarak bilinseydi, imanın bazı esasları ve gerçekleri çok açık ve aleni bir şekilde görünecek hale gelir; ve herkes ister istemez bu gerçekleri kabul etmek durumunda kalır. O zaman, vicdan kullanılarak bir şeyi tercih edebilme gücü ve iradeye dayalı olan imtihanın sırrı ve iman etmenin ardındaki hikmet ve amaç da bozulur. İşte bunun gibi çok yararlar için gaybi olarak bilinmeyen işler gizli kaldığından herkes her dakika hem ecelini, hem devamlılığını düşündüğü için hem dünyaya hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için; hem dünyanın geçiciliğine, ahiret hayatının devamlılığına, hem hiç ölmeyecek gibi dünyayı şenlendirmek için çalışabilir.

Eğer ki, belaların zamanı bilinseydi, başına bela gelecek olan kişi karşılaşacağı belanın beklentisiyle o gelecek olan beladan belki de on katı kadar daha fazla manevi bir bela çekecekti, bu nedenledir ki bu bilgiler Allah’ın hikmeti ve rahmetiyle gizli ve üstü örtülü bırakılmıştır.

Ve maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olayların çoğunun böyle hikmetleri olduğundan, gelecekten haber vermek yasak edilmiştir. Allah’ın adetullahındaki, “Gaybı ancak Allah bilir” kuralına karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, Allah’ın izni ve takdiriyle, dinin gerektirdiği sorumluluklar ve imanın esasları dışındaki konularda, geleceğe yönelik bilinmeyen ve gizli olaylardan haber veren kimseler dahi, sadece işaret türünden üstü kapalı bilgiler vermişlerdir. Hatta Tevrat, İncil ve Zebur’da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler bile bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitaplara uyan bir kısım insanlar, bu gerçekleri kendilerine göre yanlış yorumlayarak, iman etmediler. Fakat imanın inanç esaslarıyla ilgili konularda açıklayarak ve tekrarlayarak haber vermek ve açıkça anlatmak imtihanın sırrı gereği olduğundan, Kuran ve Allah’tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz (sav), ahirete dair konuları ayrıntılı olarak, gelecekte dünya üzerinde meydana gelecek olayları da kısaca haber vermişlerdir.

Beşinci Nokta:


Hem her iki Deccal’in asırlarına ait olan harikaları, onların konusuyla ve bağlantısıyla rivayet edildiğinden onların şahıslarının ortaya çıkacağını anlayıp  ve kuruntuya kapınılmasından, o rivayet anlamı kapalı olmuş, manası gizlenmiş. Mesela uçak ve trenle gezmesi…

Hem mesela, meşhur olmuş ki: İslam Deccali öldüğü zaman ona hizmet eden şeytan, İstanbul’da Dikili Taş’ta bütün dünyaya bağıracak ve herkes o sesi işitecek ki: “O öldü.” Yani pek şaşırtıcı ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.

Hem Deccal’in yönetimine ve oluşturduğu gizli cemiyetine ve hükümetine ait garip halleri ve korkunç uygulamaları, onun şahsıyla bağlantılı olarak rivayet edildiği için anlamı gizlenmiş. Mesela hadiste, “O kadar kuvvetlidir ve devam eder, yalnız Hz. İsa (A.S.) onu öldürebilir, başka çare olamaz” diye rivayet edilmiş. Yani onun usulünü ve yırtıcı yönetimini bozacak, öldürecek; ancak Allah Katı’ndan gönderilmiş ve yüce, samimi bir din Hıristiyanlarda ortaya çıkacak ve Kuran gerçeğine tabi olup İslamiyet ile birleşen Hıristiyanlık dinidir ki, Hz. İsa’nın inişi ile o dinsiz ekol mahvolur, manen ölür. Yoksa onun şahsını bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

Hadis rivayet eden kişilerin bir kısmının hatalı şekilde hüküm çıkararak yaptıkları yorumlar, hadislerin kelimelerine karışıp hadis zannedilir, anlamı gizlenir. Dolayısıyla bu hadislerin gerçekleşen olaylara uygunluğu anlaşılmaz, bunlar yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler konumuna girer.

Eski zamanda, şimdiki gibi topluluğun ve toplumun manevi kişiliği ortaya çıkmadığından ve birçok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme fikri hakim olduğundan, topluluğun belirleyici özelliği ve büyük hareketleri, o topluluğun başında bulunan kişilere verildiği için; o kişiler, harika tarzında ve bütün özelliklere uygun düşmesi için, yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük, alışılmışın dışında, şaşılacak bir cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika bir kuvvet ve kudret gerektiğinden zihinde öyle canlandırılıp öyle anlatılmış. Bu yüzden de bu hadislerin, gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz, bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır.

Hem iki Deccal’in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen rivayetler birbirine karıştırılıyor, biri diğeri zannediliyor. Hem “Büyük Hz. Mehdi”nin halleri önceki Hz. Mehdilere işaret eden rivayetlere uygun çıkmıyor, yorumlanabilir, anlamı kapalı hadis hükmüne geçer. İmam-ı Ali (R.A.) yalnız İslâm Deccalından bahseder.

Scroll Up