Said Nursi hazretleri Risale-i Nur Külliyatında içinde bulunduğumuz ahir zamanda Hz. İsa (as)’ın ŞAHIS OLARAK yeniden dünyaya geleceğini, deccalin fitnesini etkisiz hale getireceğini, İseviliği dejenere olmuş düşünce ve inançlardan arındıracağını ve İseviliğin Müslümanlığa tabi olarak İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağını anlatmaktadır. Risale-i Nur’un hiçbir yerinde Hz. İsa (as)’ın şahsı manevi olarak geleceği söylenmemiştir. Üstad Hazretleri Osmanlıca, Arapça ve Türkçe’ye hakim çok güzel ve hikmetli anlatım üslubuna sahip bir kişidir. Eğer Hz. İsa (as)’ın şahsı manevisinin ahir zamanda görevli olacağını düşünse idi, bunu açık ve net olarak ifade ederdi. Ancak Kuran’a ve hadislere uygun olarak Bediüzzaman Hazretleri, Hz. İsa (as)’ın zatının bu yüzyılda dünyaya geleceğini söylemiştir. Hz. İsa bu yüzyılda gelecek, Hz. İsa (as)’a tabi olanların oluşturduğu bir şahsı manevisi olacak ve bu şahsı manevinin başında da Hz. İsa (as) bizzat bulunacaktır.
Said Nursi Hazretleri, Hz. İsa (as)’ın şahsından ZAT, CİSM-İ BEŞERİ, ŞAHIS gibi sıfatlarla bahsederek onun şahsı manevi değil bir beşer, bir insan olduğunu çok açık, aleni ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde defalarca ifade etmiştir:
1) … sema-i dünyada (gökler aleminde) cesediyle (insani bedeniyle) BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA, belki âlem-i âhiretin (ahiret aleminin) en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme (büyük bir son) için ONA YENİDEN CESET GİYDİRİP (bedeniyle) DÜNYAYA GÖNDERMEK O Hakîm’in hikmetinden uzak değil.. belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek. (Mektubat, sf. 60, Mektubat, 15. Mektup, 56-57)
2) … Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevilik ve İslamiyet; ittihad (birleşmeleri) neticesinde, dinsizlik cereyanına(akımına) galebe edip (galip gelip) dağıtacak istidadında (kabiliyette) iken ALEM-İ SEMAVATTA (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle, bedeniyle) BULUNAN ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM O DİN-İ HAK CEREYANININ (hak dinin) BAŞINA GEÇECEĞİNİ bir Muhbir-i Sadık(doğru haber aktaran -Peygamberimiz (sav)’in sıfatlarından biri-), bir Kadir-i Külli Şey’in (herşeye muktedir olan Yüce Allah’ın) vaadine istinad ederek(dayanarak) haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem KADİR-İ KÜLLİ ŞEY (herşeye muktedir olan Yüce Allah) VA’DETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR… (Mektubat, On Beşinci Mektup, s. 53-54)
3) …ancak hârika ve mu’cizatlı (mucizeler sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) BİR ZAT olabilir ki: O ZAT, en ziyade alâkadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dır….. (Şualar, sf. 463)
4) Evet o hadîs-i şerifin ifadesiyle HAZRET-İ İSA’NIN SEMAVİ NUZULÜ (gökyüzünden inişi) kat’î (kesin) olmakla beraber… (Kastamonu Lahikası, sf. 80-82)
5) … Hatta HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’IN NUZULÜ (inişi) dahi ve KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU, nur-u imanın (imanın ışığıyla) dikkatiyle bilinir; herkes bilemez.” (Şualar, sf. 487)
6) … HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT, herkes onun HAKİKİ İSA olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile ONU TANIR. Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde herkes onu tanımayacaktır… (Mektubat, sf. 60)
7) … İSA ALEYHİSSELAM’I NUR-U İMAN İLE TANIYAN VE TABİ’ OLANcemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin (ruhani mücahidler cemaatinin) kemmiyeti (sayısı)….(Şualar, sf. 464)
8) İşte bu sırr-ı azîme (büyük sırra), Hazret-i Peygamber (A.S.M.) işaret etmiştir ki: HAZRET-İ İSA GELECEK, ÜMMETİMDEN OLACAK; aynı şeriatımla amel edecektir. (Sünuhat-tuluat-işârât, sf. 59)
9) …bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın RİSAYETİ (LİDERLİĞİ) ALTINDA öldürecek (yok edecek)…(Mektubat, sf. 441)
10) Hattâ “HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR. Hazret-i Mehdi’ye namazda iktida eder, TABİ’ OLUR.” diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye) ve hakikat-ı Kur’aniyenin metbuiyetine (Kur’an hakikatlerine uyulmasına, tabi olunmasına) ve hâkimiyetine işaret eder. (Şualar, sf. 587)